Saat sabahın 04.00'ü ya da o civarda bişey olucak ki sadece annem babam ve ben varız. Biryere yetişiyor gibi halimiz ama kaçıyor gibi de. Annem'e soruyorum: "Saat çok mu geç?" Bana bakıyor belki de gözlerinde ki sıcaklığı son kez o an görüyorum. "Senin için yeterince geç" diyor. Babamın bizden biraz daha önde ve temkinli yürüdüğünü görüyorum. Sanki bizi kolluyor gibi. O an ne olduğunu anlayamadan babamın kaybolduğunu görüyorum. Annem bana daha sıkı sarılıyor ve bir anda beni kaldırıma doğru itiyor. Bunu o kadar hızlı yapıyor ki kaldırıma düşüp başımı çarpıyorum. Son hatırladığım şey ise kulak tırmalayan bir kahkaha ve kan kırmızısı bir renk.
Her gece aynı rüyayı görmekten bıkmıştım. Her sabah etkisinin aynı derecede yüksek olmasından ise daha çok bıkmıştım. Yataktan kalkmadan önce günümü planlamaya çalıştım. Gerçi rutin hayatımın pek planlanıcak tarafı yoktu ama ben yinede birşeyleri sıraya soktum. Bunların arasında halamla geçirmek zorunda olduğum bir gün vardı. Büyük ihtimalle her gün onunla dolaşmak zorunda kalsaydım ona benzerdim.
Üzerime birşeyler giyindim saçlarımı adam etmeye çalıştım ve kahvaltıya indim. Yüzünde kocaman gülümsemesiyle bana bakan halam artık bana eskisi kadar sahte görünmemeye başlamıştı. Belki de gerçekten benle yaşamaktan mutluydu. "Günaydın Virginia hala, nasılsın?". Suratında ki o gülümsemeyi kesmeden konuşmaya başladı. Hem sırıtıyor hem de konuşuyordu. Bunu nasıl yapıyordu acaba? "Günaydın tatlım bu gün nerelere gidicemizi biliyor musun? Çok güzel bir plan yaptım bizim için. Ah bu kadar zaman sonra birlikte vakit geçirmemiz ne hoş." Bu kadar hızlı konuşması insanın beynini uyuşturuyordu. Elbetteki başlarda... Çoğu zaman onu duymuyordum bile ne de olsa gerekli birşeyler söylediği görülmemişti. Yerime oturdum o bu sırada konuşmaya devam ediyordu. "Öncelikle alışverişe çıkmalıyız daha sonra da Roma'yı karış karış dolaşırız. Hem yürüyüş romatizmalarıma da iyi gelir. Ah tabi bu özel gün için kahvaltıda da özel bir menü var." Daha farketmediğim bir sürü şey söylediğine eminim.
Halamın kendine göre bir sürü hobisi vardı. Süslenip dışarı çıkmayı hobileri arasında sayardı ya da evde çay partileri vermeyi... Benimse farklı ilgi alanlarım vardı. Etrafımda ki basit gençlere göre karanlık şeyleri ışıksız görebiliyordum. Onların yarattığı pembe dünyaların aksine benim dünyam daha siyahtı. Ya da kan kırmızı...
Ailem öldüğünde 7 yaşındaydım. Sadece 11 sene geçmesine rağmen o günlerle ilgili hatırladığım hatıra çok kısıtlı. Kara büyüye merak sarmam ise ailemin evinin satılmasının ardından oldu. Evin satılmasının ardından yeni ev sahiplerinin bize getirdiği bir kaç değersiz eşya arasında bir el yazması vardı. Üzerinde farklı dilde birşeyler yazıyordu. Biraz araştırınca hepsinin anlamı olduğunu görmüştüm. Zaten anlamı olmayan ne vardı ki?
Halamla kapıdan çıkmak bile bir dertti. Evi defalarca kontrol eder, aynaya defalarca bakardı. Bu kadar süslenmesini anlamazdım hiç bir zaman. Ben de kendime bakardım. Aslına bakarsanız güzel olduğumu gururla söylerim. Belime kadar gelen, belki de daha uzun, kızıl saçlarım ve kalkık burnum vardı. Dudaklarımın ince olması en büyük takıntım olsa da yüzüme yakıştığı inkar edilemez. Suratımı tamamlayan bir diğer detay ise yeşil ve çekik gözlerimdi. Ama gözlerime yaptığım boğucu makyaj onların rengini her zaman gölgelemeyi başarmıştır.
Aylardır belki de yıllardır planladığım şeyin vakti ise bu gün gelmişti. Sonunda kara büyüye olan ilgimin meyvesini belki de ödülünü alıcaktım. Bu kadar zaman sabretmemin sebebi bir yandan cesaretsizliğim diğer yandan ise anne, babamın ölüm tarihini bekleyişimdi. Ne kadar garip annem bundan 38 yıl önce bu gün doğmuş 11 yıl önce ise bu gün ölmüştü.
Sıkıcı bir Italya turundan sonra halamdan bir yere uğricağımı söyleyerek ayrılmıştım. Bana her zaman boğucu sorular sorardı. "Nereye gidiceksin, kaçta dönersin, arkadaşların geliyoru mu?" Sanki arkadaşım var da. Ayrıca dünyaya benim gibi bakan kimse olmadığı sürece arkadaşımda olamazdı. At gözlüklerini çıkarmayı düşünmeyen insanlarla benim ne işim olurdu ki?
Beni dinleyen tek kişinin -Migual'in- yanına gittim. Benden 7 yaş büyük ve beni anlayabilen tek kişiydi. Onu anlayabilen iki kişi olduğu için ise şanslıydı. Bunlardan biri bendim diğeri ise babasıydı...
Migual'in yanına gittiğimde her zaman ki gibi babasının baharat dükkanında oturmuş saçma istekleri olan saçma insanlara tahamül ediyordu. Bu konuda oldukça başarılıydı. Kapı açılınca gerildi fakat beni görünce rahatladı. Yine o rahatsız müşterilerden birinin geldiğini sanmış olmalıydı. "Naber ufaklık?" Beni gördüğüne sevinmişti buna şüphe yoktu. "Ah Lena öldüğünü düşünmeye başlamıştım. Bir gün uğraştığın o işler seni yok edicek demedi deme!"
"Ne? Nasıl en yakın dostumun bana zarar vericeğini mi söylüyorsun. Karabüyü benim hayatım o bana bu alçaklığı yapmaz"
"İnan bana çok kötü dostlar gördüm."
"Neyse senden rica ettiğim şu malzemeleri buldun mu?"
"Evet, ama bu seferki büyüler ufak değil galiba. Neyin peşindesin Lena bırak kendine başkalarına da zarar vericeksin."
"Tamam Migual dikkatli olucam söz veriyorum."
"Eminim dikkatli olursun. Neyse al yalnızca solanazeeni hiç bir yerde bulamadım"
"Önemli değil teşekkürler. Babana selam söyle"
Önemli değil mi? O olmadan büyü yaparsam asla başarılı olamazdım. Yok yok bu işi bu gün yapmalıyım daha fazla bekleyemezdi. Hem ne olabilir ki? Ya da en kötü ne olabilir? Zaten en kötüsünü yaşamıyor muyuz?
Eve döndüm halam kapının açılmasına sevinmiş gibiydi. "Lena?" Hep aynı ses tonuyla söylerdi bunu. "Evet hala ben geldim. Yemeğe kadar biraz ders çalışıcam aşşağı inmezsem merak etme."
O kadar heycanlıydım ki merdivenleri 2'şer 2'ler çıkmıştım. Odama ulaştım kapıyı kilitledim ve hemen elimdeki poşetleri boşalttım. Bütün malzemeleri sıraya dizdim; not defterimi ve ailemden kalan yazmalarıda gün yüzüne çıkardım. Ortaya bi kazan koyup bişeyleri kaynatmicaktım ama bu bitkilere dokunmaya yada onların kokularının odaya yayılmasına ihtiyacım vardı.
Not defterimde herşeyi sıralamıştım söyliyeceğim cümleleri sırasıyla dokunmam, ufalamam ya da serpmem gereken bitkileri ve sonunda anne babamın geri dönmesini ne kadar istediğimi düşünmem gerektiğini. Bu saçmaydı onların geri dönmesini tabiki de her zaman istiyordum. Ama hiç bir detayı unutmamalıydım. Onları geri istiyorsam herşeyi doğru yapmalıydım.
"Murus roto, singularis eripio, terra roto, biota roto, ego roto..." Tam şu an solanazeene dokunmalıydım. Kahretsin bişeyler ters gidiyo gibi...
Kendime geldiğimde halam çıldırmışçasına kapıya vuruyordu etraf pek dağınık değildi. Demek ki başaramamıştım. Ne zaman başarılı olmuştum ki şimdi olıyım?
"Efendim hala?"
"Yarım saattir sana sesleniyorum kapıyı kırmayı düşündüm napıyorsun sen?"
"Uyuya kalmışım özür dilerim şimdi çıkıyorum."
"Çabuk olsan iyi edersin!"
Gerçekten korkutucu olduğunu mu düşünüyordu yoksa benim mi buna inanmamı bekliyordu bilmiyorum. Ama halamın sesindeki tehtid beni hiç bir zaman korkutamamıştı. Etrafı toplamak için ayağı kalktım ve başıma bir ağrı saplandı. Korkunç dayanılmaz bir ağrıydı bu. Sanki beynimde bir başkası daha vardı. Sanki başka bir beyin benim tarafımdan yönetilmeyi bekliyordu.
Aldırış etmedim etrafı topladım herşeyi yerine kaldırdım ama sanki bunları gözüm kapalı yapıyor gibiydim. Ya da bunları ben yapmıyorum da yönettiğim ikinci beyin yapıyor gibi. Bir an durdum ve masanın altında yatan baygın bedeni farkettim. Ona doğru eğildim ve yerde yatanın ben olduğunu anladım. Peki o bensem bu kimdi?